Blog okumayı çok seven bir insanım. Bu yüzden blog yazarı olmasam bile takip ettiğim bir sürü blog vardı. Anlaşılacağı üzere hala var. Onlardan biri olan ve severek izlediğim
Metropol Günlüğü birkaç hafta önce bir yarışma yaptı ve bu sayede 2ne1 albümü kazandım. Albümüm şimdi yanıbaşımda, severek dinliyorum. İçinde çok güzel bir photobook da olan bu albüm için sevgili Lee'ye buradan bir kez daha teşekkür ederim. Bu albümü kazanmamı sağlayan yazım blogumda da yer alsın istedim o yüzden buraya da ekliyorum.
Güney Kore deyince aklınıza gelen şeyler neler? Ve neden Güney Kore?
Güney Kore deyince aklıma; dört yıl önce Kore dizileri izleyen bir
arkadaşıma “Ay onu mu izliyorsun?” deyip burun kıvırışım geliyor. Sonra
onun bana önerdiği bir filmi getirecekken çok güzel bir yanlış anlaşılma
sonucu “Düşlerimin Prensi” adlı diziyi getirmesi ve benim burun
kıvırdığım dizilere burnumu sürte sürte nasıl başladığım geliyor.
İzlediği bir diziyle hayata yeni bir pencereden bakmaya başlayan
küçük bir kızın, avucuna tek tek şeker toplar gibi her biri ayrı tatta
olan dizileri, filmleri toplayışı geliyor. Şekerler öyle güzel, öyle
içten ki her birini içinizde hissede hissede bitiveriyorsunuz. Harry
Potter okuyanlarınız bilir, Bertie Botts'un Her Lezzetten Fasulyeleri
var hani. Her biri ayrı tatta, içinden ne çıkacağı belli bile olmayan
şekerlemeler. Hah işte Kore dizileri de onlar gibi. My Girl izlerken
şekeriminden kahkaha tadı alışım geliyor aklıma Güney Kore deyince.
Misa’yı izlerken gözyaşlarının tadını nasıl aldığım ve Secret Garden’ı
izlediğim zaman daha önce hiç tatmadığım ama dünyadaki bütün şekerlerden
daha güzel bir tada sahip olan enfes bir lezzet geliyor. Yıllar geçti,
yıllar geçiyor ve ben hala avucuna bulduğu bütün şekerleri dolduran
küçük bir kız olmaktan vazgeçmiyorum.
Güney Kore deyince aklıma insanlar geliyor. Güney Kore sayesinde tanıdığım insanlar…
Etrafındaki
hiç kimsenin bilmediği gizli bir bahçede oynayan küçük bir kızın yanına
yavaş yavaş gelen insanlar… Küçük kızın, bir gün okulunda bahçesinden
bir çiçek görüp, çiçeğin sahibine “Sen onu nereden tanıyorsun?” deyişi
ve o cümleyle bahçesine yeni bir oyun arkadaşı alışı. Küçük kızın o
cümleyle sadece bahçesine bir arkadaş alışı değil de hayatına hiç
tatmadığı abla-kardeş duygusunu alışı da geliyor. Aynı şeyleri sevip,
aynı dilden konuşabildiği insanlar geliyor mesela. Artık “kardeşim”
diyebileceği “abla” diyebileceği insanların hayatına nasıl renk kattığı
geliyor. Yıllar geçti, yıllar geçiyor ve güzel bahçesinde açan her bir
çiçek gibi yeni insanlar da açıyor küçük kızın hayatında.
Güney Kore deyince aklıma; hayattaki şeylere yüklediğim yeni
anlamlar geliyor. Her kar yağdığında yıllardır “Bugün Joo Yo Rin’in
doğum günü!” demekten vazgeçmeyişim geliyor. Olur da bir gün 63. Bina’ya
gidersem, asansörde nefesimi tutarken dileyeceklerim geliyor. Hayatta
en acınası insanların hiç anıları olmayan insanlar oluşu geliyor mesela.
Kaderin, sevdiğin için tesadüflerden köprü inşa etmek olduğu; yarın
için yaşayanın bugün için yaşayan karşısında hiç şansı olmadığı geliyor.
Dahilerin reçel yediği geliyor, Baek Seong Joo gibi dahilerin.
Gökyüzünün neden mavi olduğu ve Alica Harikalar Diyarında Sendromu
adında bir sendrom olduğu. Bir adamın sevdiği kadın için Deniz Kızı
olmaya razı oluşu geliyor. Bir kadının sevdiği adam için ölümsüzlü
bırakıp ölümlü olmaya razı oluşu…
Güney Kore deyince aklıma; bir grubun nasıl bu kadar çok
sevilebileceği geliyor. Bir gruba, bir insana bağlanmanın nasıl bir şey
oluşu. Hem de hiç görmediğin, hiç tanımadığın bir insana. Muz görünce
“Chansung muzu çok sever.” dediğim geliyor mesela. Komik bir şey
olduğunda “Taec olsaydı çok gülerdi, Junho olsaydı şunu derdi”.
deyişlerim. Kırmızı gördüğümde “Nichkhun kırmızıya bayılır.” deyişim
geliyor. Kedi sevmeyen bir insan olarak Jeonggam’ın en sevdiğim hayvan
oluşu geliyor mesela. Junsu’nun şebek tavırları, Wooyoung’ın civcivle
özdeşleşmesi geliyor. Bir de Jay geliyor, Jaebeom. Jay’i görünce dolan
gözlerim geliyor. Ve bunu öğrenen insanların bana deliymişim gözüyle
bakışları. Ona her baktığımda nasıl içimin acıdığı, acısını içimde
hissedişim geliyor. Bir Anka’nın, bir insanın küllerinden nasıl
doğabileceğini gösterdiği geliyor. Azmin nasıl bir şey olduğunu,
vazgeçmemenin ne kadar önemli olduğunu gösterişi geliyor.
Güney Kore deyince aklıma; JYP’yi nasıl bir ağabey, bir baba gibi
gördüğüm geliyor. Suzy’i nasıl bu kadar çok sevebildiğim. Suzy’e, Ji
Yeon’a, IU’ya nasıl kardeşlerimmiş gibi bakabildiğim. Hyorin’in sesine
nasıl hayran olduğum geliyor mesela, Shin Min Ah’ı ne kadar güzel
bulduğum. Güney Kore deyince aklıma Kpop, Kpop deyince de; G-Dragon’un
yosun saçları, harika besteleri geliyor, TOP’ın ne kadar insancıl
olduğu, Seungri’nin fırlama tavırları, Taeyang’ın müthiş dansları,
Daesung’un o yumuşacık sesi… Ji Yeon’un göz makyajı geliyor mesela. O
makyajı yapabilmek için sarfettiğim çabalar ve en sonunda başarılı
oluşum. Hyuna’nın seksiliği geliyor. Geliyor yahu! Yiğidi öldür, hakkını
yeme. Heechul’un sakalının çıkmaması geliyor. CL’in ne kadar muhteşem
bir lider oluşu, Park Bom’un süt beyazdı teni, güzelim saçları geliyor.
Jo Kwon’un hareketleri geliyor. Gelince de gülmekten öldürüyor beni.
UEE’nin suratsız suratı da geliyor valla. Geliyor yani, tutamıyorum. FT
Island geliyor. İlk gözağrım oluşları geliyor.Yerlerinin bende ne kadar
ayrı olduğu geliyor. Se7en’ın ve Park Han Byul’un aşklarına duyduğum
saygı, onunda ötesinde bu kadar yıl basından gizleyebilmelerine duyduğum
hayranlık geliyor. Onew’un tavuk aşkı geliyor. Nasıl gelmesin, her
yerde gözümüze sokuyorlar. Rain’in kasları geliyor. Gelmesin mi yahu
adam’ın %98’i kas! Siwon’un six packleri geliyor. Lee Joon’un Maşallahı
olduğu geliyor. Oy anam geliyor da geliyor! Buraya six packlerli,
Rainleri karıştırmayacaktım. Bak güzelim yazı fangirl duygularıma
boyandı şimdi. Neyse nerede kalmıştık?
Güney Kore deyince aklıma; o güzelim sonbahar görüntüsü geliyor.
Yerleri boyayan kırmızı, turuncu, sarı yapraklar… Sonbahar’ın Kore’ye en
çok yakışan mevsim olduğu geliyor. Kore deyince burnuma baharat kokusu
geliyor bir de. Okuduklarımdan, duyduklarımdan ötürü tabi ki. Yoksa
Kore’ye gidip Kimchi’nin baharat & sarsmak kokusunu duymuşluğum yok.
Duymayı çok isterdim ama. Yanlış anlamayın, Kore’yi çok sevdiğimden,
gidip görmek istediğimden değil de sırf sarsmak kokusuna bayıldığım
için. Sonra Koreliler’in ne kadar içten, ne kadar doğal oldukları
geliyor. Türkçe kelimeler öğrenip bana şirinlik yapan Koreli
arkadaşlarım geliyor. Han Nehri geliyor aklıma Güney Kore deyince. Öyle
güzel görünüyor ki Kore’ye gidersem gezmek isteyeceğim ilk yer oluşu
geliyor. Namsan Dağı geliyor, N Seoul Kulesi geliyor aklıma. Gitmek
istediğim, görmek istediğim yerler geliyor ve bunları düşündükçe bir
yerin hiç görmeden, uzaktan nasıl sevilebileceği geliyor. Hayallerini
gerçekleştirmek isteyen insanların sıcacık umutları geliyor aklıma ve
benim de o insanlardan biri oluşum…
Güney Kore deyince
aklıma gelen şeylerin “Neden Güney Kore?” sorusunun cevabı olması da
geliyor mesela. Sıcacık umutlar besleyen güzel insanların hayallerini
gerçekleştirmeleri dileğiyle…